SESSİZ HASTA

 BİR İKİ ÜÇ TIP!: SESSİZ HASTA

Tek bir gerçeği, bir cümle hâlinde olan gerçeği öğrenmek için koca kitabı okuyorum ya, işte psikolojik gerilim çok sevmememin sebebi bu.  En azından ipucu toplayarak çıkarımlarda bulunabileceğim gerilimleri daha çok severim. Bu kitapta topladığımız ipuçlarının hiçbir önemi yoktu, resmen havanda su dövdük. Alacağın olsun Alex.

Alecia Berenson 33 yaşında, 7 yıllık evli bir ressamdır. Alecia, kocasının suratına 5 el ateş ederek onu öldürmüş ve ardından da sessizliğe gömülüp tek kelime etmemiştir. Alecia’yı konuşturabileceğine ve gerçekleri öğrenebileceğine inanan Psikoterapist Teo Faber, Alecia’nın yattığı The Grove isimli psikiyatri merkezinde işe başlar ve gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.

Bir şey fark ettim; gerilim romanlarını yorumlamak pek de eğlenceli değilmiş. Romantik, fantastik kurgular okuduğumda saçma sapan klişelerle dalga geçmek daha keyifli hissettiriyordu. Bu şey gibi hissettiriyor… Baş ağrıtıcı?

Gerilim romanlarını filmlerinden daha çok seviyorum sanırım. Mesela Alecia bir sahnede yerde bir kuş görüyor; onun ağaçtan düştüğünü ve hasta olduğunu düşünüyor. Kuşu çevirdiğinde kuşun ölmüş olduğunu hatta kurtlandığını görüyor. Bu sahne filmde yer alsaydı muhtemelen “Bak şimdi bak, kuşu çevirecek ve kuş ölü çıkacak.” derdim. Çünkü filmde kuşun kıpırtısız yattığını beynim algılardı. Fakat kitapta eğer yazar bana “Kuş kıpırdamıyordu.” ifadesini kullanmazsa beynim otomatik olarak “Demek ki kuş bir şekilde kıpırdıyor ki Alecia onun öldüğünü düşünmedi.” olarak algılıyor. Yani kitap okurken beyin bazı boşlukları kendi kendine dolduruyor ve tam tersi çıktığında da insanı küçük bir şok dalgası alıyor. İşte beynin ters köşe olduğu bu hafif şok dalgaları insana ilginç bir haz veriyor.

Kitabın daha girişinde bile Yunan mitolojisine ya da Yunanca isimlere o kadar yer verilmişti ki tüm bunların önce bir metafor olduğunu düşündüm, sonra da yazarın soyadına gözüm takıldı. Adamın soyadı Michael değil, MICHAELIDES. Kim soyadının sonuna –“ides” ekini koyar? Tabii ki ya Yunan ya da Yunan soylu olan birileri. Yazarın Kıbrıslı olduğunu öğrenince bu yüzden şaşırmadım. Rumlar…

Ayrıca kitapta Elif adında bir Türk karakter vardı. (Evet, Londra’nın göbeğindeki bir psikiyatri kliniğinde bile biz de varız diyoruz arkadaşlar.) Elif; dev gibi bir cüsseye sahip, geçimsiz, kavgacı, ağzı ve psikolojisi alabildiğine bozuk bir karakterdi. Daha Elif içeri girer girmez Teo şu cümleyi kullandı: “İçeri giren bir Türk kadınıydı.” Bakın bir kadındı değil, bir Türk kadını. Sen daha yeni geldin o kliniğe, işe başlamadın daha, kimseyi de tanımıyorsun, geleli dakikalar oldu ama ne hikmetse içeri giren kadının İngilizce konuşmasına rağmen Türk olduğunu anladın. Bak Allah’ın işine yav! Rumların bizi kaba birer barbar olarak görmesi yeni bir şey değil ama minnak kalbim azıcık kırılmadı değil, aşk olsun Alex.

Kitabın daha en başında Alecia kocasına olan sevgisinin büyüklüğünden bahsediyordu. Bu sevgi yumakçığını görünce dedim ki kesin kocası bu kadını aldatıyordur. (Erkeklere olan güvenimiz ektedir.) Tabii ki kocası beni şaşırtmadı ve şerefsizliğini kanıtladı. Zaten adam moda fotoğrafçısı aldatmaması imkânsız. Bu size fazla mı genelleme ve yaftalama gibi geldi? O zaman romantik kitaplar okuyup filmler izlemeye ara verin.

Katy’nin de Teo’yu aldattığı barizdi, hatta bu olaydan sonra Alecia’nın da aldatıldığını anlamıştım ve Teo’nun karısı ile Alecia’nın kocasının birlikte olabileceğini düşünmüş, sonra bunu saçma bularak ihtimal vermemiştim. Anlatım itibarıyla sanki tek bir zaman diliminden bahsediyorlarmış gibi duruyordu. Yani Katy’nin aldattığı zaman Alecia’nın kocası ölüydü. Oysa sonradan anlıyoruz ki kitap iki farklı zaman diliminde geçiyor. Kaçırdığım nokta buydu.

İşin sonunda bir an asıl hasta Teo, bunlar tamamen onun kafasında kurduğu olaylar çıkacak sandım. Sonra Alecia onu takip eden bir adamdan bahsedince acaba kocasını o adam zannettiği bir cinnet hâlinde mi vurdu dedim. Acaba kocasının onu aldattığını öğrendi de mi vurdu diye de düşündüm. İpuçlarını Teo ile ararken bir an durdum, arkama dönerek Teo’nun yüzüne baktım ve şunları düşündüm; Neden bu adamın hayatı Alecia’nın hayatına bu kadar benziyor? Neden bu kadar iyilik timsali gibi davranıyor? Asla kin beslemeyen bir insan gibi mülayim yazılmış?

Düşündüm, düşündüm ve yine düşündüm ama sırf o zaman olayı yüzünden asıl meseleyi kaçırdığımı fark edemedim. Tüm olasılıkları gözden geçirmeme rağmen onları birbirine bağlayacak tek bir düğümü atamadım ya yanarım da ona yanarım. Bu kör salaklığımın sonunda kendime söyleyeceğim tek bir şey var; ama yine de iyi ilerledim.

Kitabın çok ağır bir havası vardı. Ağır derken yavaş ilerliyor manasında dedim. Bu kitaba sırf bu ağır ilerlemesi ve gerilim dozajı düşük olduğundan 6.8/10 veriyorum. Bir saattir okuduğum kitabın daha 40. sayfasına bile gelemediğimi görmek beni şoka soktu. Böyle arkamdan hen hen, hen hen diye gerilim müzikleri çalacak sandım ama pek gerilemedim. Sadece hafif bir merak vardı. Bir ara kitabı bırakmayı bile düşündüm. Sonra dedim ki sen aklına koyduğun her şeyi başarırsın çünkü senin inanılmaz bir gücün var ve sevgin de var.

-Sarmaşık

“Bir şeye bir kez isim verildiğinde o isim, o şeyin bütününü ya da neden önem taşıdığını görmene engel oluyor. Kelimeye odaklanıyorsun ki o aslında en önemsiz bölü­ mü, buz dağının tepesi.”

“Bu iş bizi çekiyor çünkü hasarlıyız; kendimizi iyileştirmek için psikoloji okuyoruz. Bunu itiraf etmeye hazır olup olmadığımızsa başka bir soru.”

“Her yerde çok fazla acı var ve biz, görmezden geliyoruz. Gerçekte hepimiz korkuyoruz. Birbirimizden ödümüz kopuyor.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar